Bir şeyi yoktan var eden, sıfırdan değer yaratan o “muhteşem insanlar” üzerine yazılmış başarı hikayelerine bayılırız. Başarıya, çok çalışarak, doğru zamanda doğru yerde bulunarak, birilerinden esinlenerek ve ne yazık ki bazen de “çalarak” ulaşırız.
İnsanın sevinçlerini, değerlerini, korkularını ve onu çöküşe götüren süreçleri iyi gözlemleyen bir yazar olan Stefan Zweig, “Amok Koşucusu” isimli kitabında kendi yıkımına ve ölümüne son hızla koşan bir doktorun hikayesini anlatır. Kitapta sonu ölümle biteceği bilindiği halde girişilen ve engellenemeyen insanın hezeyanına dikkat çekilir. Günümüzün insanları da, siyasetçileri de şirketlerin bazı üst düzey yöneticileri de “Amok Koşucusu”na dönmüş durumda. Ona saldırıyorlar, buna saldırıyorlar sonunda felaketlerini kendi elleriyle hazırlıyorlar.
Yönetmen Oliver Stone’un, finans piyasasındaki çetin mücadeleyi anlattığı 1987 yapımı Wall Street filminde yer alan açgözlü bir Wall Street satın alma yöneticisi olan Gordon Gekko (Michael Douglas), kimi zamanlar aldığı sert ve zaman zaman da kural tanımaz kararlarıyla hafızalarda yer etmişti. Wall Street'in en parlak yıllarını yaşadığı dönemde özellikle içeriden bilgi alarak servetini katlayan Gekko'nun baştan çıkarıcı büyüsüne kapılanlardan biri de işletme bankeri Bud Fox (Charlie Sheen)’di. Gekko, kendine çırak bellediği Fox'a ilk dersini şu sözlerle veriyordu:
"Açgözlülük iyidir. Açgözlülük Amerika'yı ayakta tutar."
Film, Wall Street açgözlülüğünün dünyayı yönettiği dönemde ahlaklı olma çağrısıydı. Filmde Gekko'yu canlandıran ünlü aktör Michael Douglas, 20 yıl sonra çekilen Money Never Sleeps (Para Asla Uyumaz) adlı filmde de aynı karakterle başrollerden birini üstlenmişti. Gekko hapishanede geçen uzun yılların ardından özgürlüğüne kavuşmuştu. O sıralarda, Amerika ile beraber bütün dünyayı sarsan 2008 finansal krizi, insanların tepesinde kara bir bulut gibi dolaşıyordu. İşte o günlerde komedyen Bill Maher, tematik bir kanal olan HBO'da yayımlanan programında milyonlarca broker’a ilham kaynağı olmuş Gekko'ya şu sözlerle sesleniyordu:
"Hayır Gordon, açgözlülük iyi değildir."
Edison, Tesla’nın Hakkını Neden Yedi?
Çoğu zaman basamaklara o kadar çabuk adapte oluruz ki, çıkmaya çalıştığımız merdivenin nereye dayandığını fark etmeyiz bile.
Buluşlarıyla modern çağın kapılarını aralayan Thomas Edison, sadece dar bir alanda uzmanlaşmış bir bilim adamı değil, aynı zamanda cin gibi bir iş zekasına sahip açıkgöz biriydi. 1884’te ABD’ye göç eden Nicola Tesla, Edison’un yanında asistan olarak çalışmaya başlamıştı. Edison’a kendisinin bulduğu “Alternatif Akım” (AA) sisteminden bahsetmişti fakat Edison, konuyla ilgilenmediği gibi ona başka bir görev vermişti. Tesla, kendisine verilen görevi her ne kadar sevmese de kendisine laboratuvar açmasını sağlayacak kadar para vereceğini öğrenince görevini birkaç ay içinde tamamlar. İşini bitirip kendisine söz verdiği ücreti talep ettiğinde, Edison şaşırmış bir şekilde “Tam bir Amerikalı gibi düşünmeye başladığında Amerikan şakalarından da anlayabileceğini” söyler. Tesla’ya vadettiği ücret ödemez. Bunun üzerine Tesla derhal istifa eder.
Edison, elektrik gücü endüstrisini yaratan isimlerden biriydi fakat son derece hatalı bir bakış açısıyla bu endüstrinin geleceğinin “Doğru Akım”da olduğunu düşünmüştü. Oysa ki Tesla, elektrik endüstrisinin geleceğinin alternatif akımda olduğunu görmüştü. Çünkü elektrik akımını uzun mesafelere aktarmanın tek yolu “Alternatif Akım”dı. Edison kendi fikrine o kadar körü körüne bağlıydı ki elektrik endüstrisinin geleceğini ıskalamıştı. Haklı çıkan Tesla, büyük bir mucit olmasına rağmen iyi bir işadamı değildi ve hayatı yoksulluk içinde sona erdi.
Bill Gates, Steve Jobs’u Neden Hırsızlıkla Suçladı?
Apple ve Microsoft’un bazı yeniliklerinin varlığı, teknoloji şirketi Xerox’un buluşlarına dayanır. Bill Gates ile Steve Jobs arasında yaşanan diyalog çok dikkat çekicidir. Aralarında rekabet nedeniyle birbirlerini hırsızlıkla suçlamaya kadar giden tartışmaların birinde Bill Gates’in Jobs’a şunları dediği söylenir:
“Aslında ikimizin de Xerox adlı zengin bir komşusu vardı. Ben bir gece adamların televizyonunu çalmak için evlerine girdiğimde bir de gördüm ki, sen benden önce oraya girmişsin.”
“Japonya'nın Beethoveni” olarak bilinen Mamoru Samuragochi, dört yaşında piyano çalmayı öğrenmiş ve on yaşına geldiğinde de Beethoven ve Bach’ın eserlerini çalabilecek düzeye ulaşmıştı. 1990'ların ortasında büyük bir üne kavuştu ancak 35 yaşında işitme yetisini tamamen yitirdi. Buna rağmen beste yapmaya devam etti. 2003'te bestelediği, Hiroşima Senfonisi ile dünyaca tanınan bir besteci oldu. Eser 2011’deki Tsunami felaketi sonrasında, Japonya'da bir marşa dönüştü. Gelgelelim madalyonun öbür yüzünde bambaşka bir portre vardı. Aslında tüm başarı hikayesi bir yalan üzerine kurulmuştu. Samuragochi, yaklaşık 20 yıldır eserlerini aslında başkasına yaptırıyordu. Bunu itiraf eden de, onun adına beste yapan bir kişiydi.
2012’nin Ağustos ayında The New Yorker ve Wired dergilerinin popüler bilim yazarı Jonah Lehrer’in intihal olayı, oldukça ses getirdi. Lehrer’in intihal suçu işlediği iddia edilince Wired dergisi konuyla ilgili bir araştırma yapılmasını talep etti. Araştırmayı yapan gazetecilik profesörü Charles Seife, Lehrer’in defalarca intihal suçu işlediğini ispat etti. Lehrer, yayınlanma aşamasında olan Imagine: How Creativity Works (Hayal Et: Yaratıcılık Nasıl Çalışır) kitabında Bob Dylan’dan alıntılar yapmıştı. Kamuoyu baskısına daha fazla dayanamayan ve intihal olayını itiraf eden Lehrer’in bütün kariyeri yerle bir oldu.
Kazanmanın kişiye bahşedilmiş Tanrı vergisi en büyük nimetlerden biri olarak kabul edildiği “modern zamanlar”da, başarının bedelleri de ağırdır. Belki de en doğru yöntem, “doğru yoldan” sapmamaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder